Hak cephesinin, kültürel, siyasi ve askeri olmak üzere her boyutta hazırlandığı kader savaşı yaklaşırken, batılın çaresizliğinden dolayı azgınlaştığını ve böylece itlaf sürecine kendi ayakları ile girdiğini gözlemlemek, eminiz ki bizim kadar okuyucularımızı da mutlu etmekte ve beklenen günü göreceği müjdesini alan gençler zümresinden olma umuduyla gelecek günleri sabırsızlıkla hep beraber beklemekteyiz.
İmam’ın, gençlerin Kudüs’ün fethini göreceğini müjdelediği günden beri bizler “acaba bahsedilen gençliğin yaş sınırını nedir?” diye merak ederken, İmam’ın talebelerinin birbiri ardınca yinelediği zafer müjdesi ümidimizi arttırmakta, her an herşeyin olabileceği ihtimalini zulümden yanmış yüreklerimize su misali serpmektedir.
Direniş cephesinin mesajının yayıldığı her coğrafyada, yaşanan hızlı değişimler ve bu cephenin gözle görülür hareketliliği de beklentilerimizi arttırmakta, artık nihai savaşın ve hesaplaşmanın hangi şekilde ve şiddette olursa olsun kapıda olduğu hissini uyandırmaktadır. Bu meyanda, yukarıda da bahsettiğimiz gibi İmam’ın Ramazan Şallah’a “kader savaşına hazırlanın” buyruğu ile birlikte, Batı Şeria’nın silahlandırılması talimatı, Hamas’ın 17 bin gence bir anda silahlı eğitim verip onları topyekün bir savaşa hazırlaması, İnkılabımızın generallerinin siyonist rejimin yok oluşu ile ilgili verdikleri sürenin giderek kısalması ve dakikalar içinde Tel Aviv ve Hayfa’nın yerle bir edilebileceğini açıklamaları, Suriye ve Irak’ta siyonist vahşi çetelerin ardı ardına yedikleri darbeler, direniş ekseninin vazgeçilmez unsuru olan Latin Amerika ülkelerindeki hareketlilik ve Venezuela’daki siyonist darbecilerin bertaraf edilmesi, toprakları yıllardır işgal altında bulunan ve büyük şeytanın sürekli olarak “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali dünya halklarına kötülemeye çalıştığı ama kendi halkına ne kadar sadık olduğunu halkın malına göz diken eniştesini idam ederek ispatlamış olan Kuzey Kore’nin liderinin halkını savaşa hazır olmaları noktasında uyarması ve en nihayetinde ve belki de en önemli olarak Yemen’de kurulan İslam devriminin yarattığı coşku, ahir zamanda vuku bulacağı belirtilen son ve en büyük savaşın yaklaştığını hissetmemize ve yine aynı rivayetlerde belirtilen zaferi gurbetteki çocuğunun gelişini dört gözle bekleyen anne gibi beklememize neden olmaktadır.
Bizler böyle bir beklenti içindeyken süfyaninin yaşadığı topraklara ziyaret gerçekleştiren bir yiğidin konuşmaları ve verdiği mesajlar, İslam İnkılabına, İmam’a gönülden bağlı olanların bu bağlılıklarının bir kat daha artmasına ve hakikaten “inkılabın patlıcanı acı diyenin kalbinde maraz vardır” özdeyişine yürekten katılmalarına neden olmuştur. Çünkü ancak İslam İnkılabı gibi bir devlet ve ancak İnkılabın başında bulunan İmam gibi bir önder böyle bir talebe yetiştirebilir ve ancak o mektepten yetişen böyle bir mazlumun attığı her adım süfyaninin sarayının bir sütununu yerle yeksan edebilir diye düşünmekteyiz. Süfyaninin tüm gücüyle İslam inkılabına ve direniş cephesine yönelik fitnesini yaymaya çalıştığı ve bu toprakların halklarını kendine secde ettirebilmek için hakikati gizleyip batılı yaydığı bir dönemde, tek bir kıyamıyla (röportajı bu toprakların halklarına saygı mahiyetinde ayakta vermesiyle) bütün o batıl secdeleri yok eden ve fitne ateşini vahdet ve kardeşlik suyuyla yıkayıp söndüren bu yiğit, geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiği bu coğrafyada yine öyle mesajlar vermiştir ki, İmam Mehdi (a.f.) döneminde halkların bir anda kitleler halinde hidayete ereceği yönündeki hadisleri adeta hayata geçirmiş ve gittiği her şehirde çok yoğun sevgi seli ile karşılaşmıştır. Kimi münafıklar bu selin önünde durmaya çalışan çer çöp olmak istemişse de halkın sevgi seli o çöpleri layık oldukları şekilde çöplüğe atıvermiştir.
İmam Hüseyin’in (a.s.) “en büyük cihad zalimin karşısına çıkıp sen haksızsın demektir” hadisinin tezahürü olarak, süfyaninin yaşadığı toprakta “şeytanın ölümü yakındır” diyebilen bu yiğit, yukarıda bahsettiğimiz müjdelere bir yenisini daha eklemiş ve bizleri heyecanlandırmıştır. Sıradan gibi görünen bu sözün söylendiği yer ve içeriği aslında hiç te öyle sıradan olmadığını ispatlamaktadır. Zira özellikle “ŞEYTAN SECDEYE DURDU…” başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi, şeytanın bütün işlerinin vekaletini üzerine alan ve şeytanın yüzünü “ak” eden süfyaninin bulunduğu toprakta “şeytanın ölümü yakındır” demek, zalimin yüzüne sen zalimsin demek kadar etkilidir. Çünkü şeytanın kendisini en çok güvende ve rahat hissettiği ve türlü sihirbazlarıyla meydana attığı iplerle halkların gözlerini boyadığı, herkesi uyuşturduğu veya kendi dostlarıyla kalplere korku salmaya çalıştığı, hiç olmazsa halktan yana görünüp ömrünü uzatmaya çalıştığı bir ortamda onu ölümle müjdelemek her babayiğidin harcı değildir. Şundan eminiz ki bu sözün etkisi ile şeytanın uykuları kaçmıştır ve şeytanın yarenlerinin gelecek planlarında değişiklikler oluşmuştur.
Ayrıca sözün içeriğinde bulunan “yakındır” kelimesi, büyük şeytanın metodu ile elinde bulundurduğu medya aracılığıyla kendini herşeyin hakimi gibi gösterip, yine kendini kendi dininin hem ilahı hem de peygamberi olarak lanse ettiren (ki bunca mütekebbirliğinden ve narsistliğinden dolayı aynı dinin hem ilahı hem peygamberi olmayı nefsinin tatmini için şart görmüştür. Aksi takdirde peygamber olarak dahi olsa başka birinin varlığı narsist süfyaniyi rahatsız edecektir) süfyaninin, ne kadar çabalarsa çabalasın saltanatının yıkılacağını ve bunun yakın bir zamanda gerçekleşeceğini ifade ederek, korku ve ümitsizlik perdelerini birbir söküp atmış, bu yiğidin çevresini saran binlerce bağrı yanığın derdine derman olmuştur. Ama şu da var ki bu söz tek bir şarta bağlıdır, o da “vahdettir”. Milletlerin vahdeti ile zafer mümkün olacaktır ve milletlerin vahdeti yüzde 99’un vahdeti olduğundan, zulmün temsilcisi olan yüzde 1’in hakimiyetine son verecektir. Bu vahdeti tesis ettiğimiz zaman şeytan (süfyani) yakında ölecektir.
Bu ziyaret ve sözler en az bizi sevindirdiği kadar süfyaniyi tedirgin etmiş olacak ki, soluğu nifak için Kabe’de almıştır ve yüzlerce koruma eşliğinde imanını ispata çabalamaktadır. Tıpkı Resulullah (s.a.a.) hutbe verirken ve oradaki herkes zaten iman ehli iken, durduk yere ayağa kalkıp “sen hak peygambersin vb.” sözler söyleyip imanını ispatlama derdine düşen İbn-i Übeyy gibi, süfyani de nifağını iman maskesinin arkasına gizlemek için hemen ihrama bürünmüştür. Zaten tarihten öğrendiğimiz kadarıyla bütün zalimlerin ve münafıkların metodları birbirinin aynıdır ve bunun sebebini “şübhesiz ki şeytan, dostlarına sizinle mücâdele etmeleri için elbette vahyeder” (En’am 121) ayeti izah etmektedir. Şeytan dostlarına nifağı ve küfrü vahyetmekte, kendi küçük şeytanlarına hak ile mücadele metodlarını öğretmektedir. Süfyani de şeytan-ı kamil olunca, şeytanın özel vahyine elbetteki muhatap olmaktadır. Çünkü süfyaninin yaydığı nifağı ve zulmü gelmiş geçmiş hiçbir zalim ve münafık yayamamıştır.
Zannımızca bu Kabe ziyaretinin bir diğer boyutu da insi kamil şeytanın, taşlanan şeytanı mekanında ziyaret etmesidir ki kendi mana alemlerinde muhakkak ki dertleşmişlerdir diye düşünmekteyiz. Çünkü hak batıl savaşının geldiği son durum, ne süfyaninin ne de şeytanın hoşuna gidecek bir durum değildir ve kendi açılarından acilen tedbire başvurulması gerekmektedir. Lakin kurdukları her tuzak ilahi vaad gereği yine başlarına geçecek, suyun üstündeki köpük misali saltanatları hakkın karşısında yok olup gidecektir. Artık hak cephesinin önderlerinin talebeleri kendi evinde dahi süfyaniyi tehdit etmekte ve yok oluşunun müjdesini vermektedir. Zaten pamuk ipliğine bağlı olan sağlığı eminiz ki iyice dibe vurmuştur ve yanına aldığı “doğal beslenme uzmanları” dahi çaresiz kalacaktır. Zira “kinlerinden gebermek” (Al-i İmran 119) şeytanların kaderinde vardır. O halde onlar “beklesinler, biz de beklemedeyiz” (Hud 122). Ve bunca müjdeden sonra kararsa da gökyüzü ne çıkar ki? “Zaten sabah yakın değil midir?” (Hud 81)
siyasetmektebi.com