Ana SayfaBilinmeyenlerGenelManşet

Muhammed Said Ramazan el-Buti kimdir. ?

 

Muhammed Said Ramazan el-Buti Kimdir?

Muhammed Said Ramazan el-Buti kimdir.

Muhammed Said Ramazan el-Buti, 1929′da Şırnak’a bağlı Cizre’de Kürt bir ailenin çocuğu olarak doğdu. 1933′te ailesi ile Suriye’ye göç etti. Mısır Ezher Üniversitesi’nde İslam Hukuku alanında doktora yaptı.
Şam Üniversitesi İlahiyat fakültesinde öğretim üyeliği, bölüm başkanlığı ve dekan görevlerinde bulundu.
Akaid’de Eş’ari düşüncesinin takipçisi olan Buti, İslam düşüncesi alanlarında 60′a yakın kitap yazdı.
İslam dünyasında Fıkh’u s-Siyre kitabıyla tanınan Buti, son yıllarda akademik hayatı bırakarak, Şam’daki Emevi Camisi’nde cuma hutbeleri verdi.

Aynı zamanda Şam Alimleri Birliği Başkanı da olan Buti, patlamanın yaşandığı İman Camisi’nde pazartesi ve perşembe günleri hadis ve tefsir okumaları yapıyordu.

Ramazan el-Buti, teröristlere karşı cihadın farz-ı ayn olduğu yönünde fetva vermiş, tüm İslam alemini Suriye yönetimi ve ordusunun yanında olmaya çağırmıştı.

Ramazan El-Buti 3- 4 Şubat 2008 tarihlerinde Suriye’de gerçekleşen “Hutbe-i Şamiye: İslam Dünyası’nın Ölümüne Hayat Çağrısı” başlıklı konferansa katılmıştı.

Ramazan El Buti, Bediüzzaman Said Nursî’nin yazdığı Risâle-i Nur eserlerinin 40’a yakın dile çevrildiğini kaydederek, küçük yaşta tanışma fırsatı bulduğu Üstadın eserlerini kendisinin Arapçaya çevirdiğini belirtmişti. Said Nursî Hazretlerinin bu dönemdeki İslâm dünyasının içinde bulunduğu hastalıkları yaklaşık 100 yıl önce tesbit edip reçete sunduğunu da söyleyen El Buti, “Üstad, İslâm dünyasının yetiştirdiği ender şahsiyetlerdendir. Şu anda içinde bulunduğumuz hastalıklardan kurtulmanın çaresini Emevi Camii’nde okuduğu hutbe ile gösteriyor. Bediüzzaman hiçbir şekilde ye’se düşülmemesini, düşmanlığın yerine muhabbet ve hoşgörüyü öğütlüyor. Üstadın eserlerini iyi bir şekilde anlayıp tatbik ettiğimiz zaman bu hastalıklardan kurtulabiliriz” şeklinde konuşmuştu.

Suriyeli tanınmış âlim Prof. Dr. Said Ramazan el-Butî Türkiye’de  bir gazetenin sorularını cevaplarken;

SON DERECE AKILLI BİR STRATEJİ
Bediüzzaman’ın yaptığı mahkeme müdafaalarında dâvâsını savunurken M. Kemal’e karşı da son derece akıllı bir strateji yürüttüğünü, ama bunun yeterince bilinmediğini vurgulayan Butî, “Arap ve İslâm dünyası, o müdafaalarda da ifadesini bulan şekliyle, bir örnek olarak Üstadın bu duruşuna, bu tarzına muhtaçtır” ifadelerini kullandı.
 
Aranan denge Said Nursî’de
 
“Davetçi insanlar arasında silâha sarılmadan, şiddet kullanmadan dâvâ yürüten bir insan yok. Kendileri ile devlet ve siyaset arasındaki dengeyi kuramıyorlar. Ya siyasete girip kendilerini kaybediyorlar. Ya bir şekilde silâha sarılıyorlar. İki taraftan biri zarar görüyor. Ya çatışacak, ya da siyasete girip onlar gibi olacak; o zaman da irşad vazifesi yok olacak tabiî. Demek onlar bir örneğe muhtaçtır. Örnek de Üstad Bediüzzaman’ın metodudur.”

 Bediüzzaman’ı nasıl tanıyor, onu nasıl tarif ediyorsunuz?
Üstad Hazretlerinin sadece ilmî yönü değil—elbette ilmî yönü ağır basmaktadır ve derindir,—bir de ‘davette (İslâmı tebliğde) devrim’ yönü vardır.
Burada devrimci yönünden kastım, maddî çatışma ya da terörizm değil, değişik fikir akımlarına karşı başlatmış olduğu yeni bir fikir akımıdır. Bu fikir akımı, nâdir olan bir akımdır. Tabiî burada devletle ilişkisinin büyük bir önemi var. Devlet karşısındaki duruşu çok önemli.

 Nedir bu duruş?
Hiçbir şekilde silâhla mücadele etmiyor, asayişi ihlâl etmiyor, siyasete girmiyor ve kendi dâvâsını kendi üslûbuyla anlatmakla beraber düşüncelerinde son derece kararlı, hiçbir şekilde taviz vermiyor. Tabiî yapmış olduğu bu girişimler, yükselmesinde önemli bir dönüm noktası oluyor. Yani dâvâsının yükselmesinde önemli bir merhale kaydediyor.
Özellikle Afyon Mahkemesi’nde ve daha önceki mahkemelerde yapmış olduğu savunmalar o kadar kararlıydı ki, sadece Arap toplumu için değil, bütün dünya için bir örnek oluşturuyor. Ben bu yönüyle Üstad’ı tanıyorum. Dâvâsında sadık, asayişi ihlâl etmeyen… Bu şekliyle kendi dâvâsından hiçbir şekilde taviz vermeyen bir insandı.

Ben 1960 yılında Üstad’ın hayatını kısa bir şekilde yazdım. Onu Arap dünyasına ilk olarak yansıtan insanım. İnsanlar o zamanlar çok şaşırdılar. Çünkü yazmış olduğumuz, onun hayatıyla ilgili vermiş olduğumuz örnekler, onun ilmî yönünden ziyade dâvâsına olan sadakati ve bağlılığıydı. Yapmış olduğu mahkeme müdafaalarında kendi dâvâsını savunarak, Mustafa Kemal’e karşı da son derece akıllı bir strateji yürütüyordu. Özellikle bizim Türk kardeşlerimiz Üstadın hayatını zikrederken hep kendisinin ilmî yönünü zikrettiler bize. Ama özellikle onun devlet karşısındaki bu stratejik duruşu ve işte meselâ Afyon Mahkemesi’ndeki bu savunmaları hiçbir şekilde dile getirilmedi. Hiçbir şekilde tam anlamıyla o ruh, o savunma, o kararlılık tercüme edilmedi. Belki Türk kardeşlerimiz de bunu idrak edemediler. Hep sürekli Üstadın ilmî yönünü gündeme getirdiler, bu yönü sürekli geri planda kaldı.

Halbuki, Arap ve İslâm dünyası, işte o mahkeme müdafaalarında da ifadesini bulan şekliyle, bir örnek olarak Üstadın bu duruşuna, bu tarzına muhtaçtır.

 ‘Üstadın hayatını yazdım’ dediniz… Biraz bu çalışmadan da söz eder misiniz?
60 sayfalık bir yazı yazdım. Üç tane müdafaasını. 1960 yılında Üstadın hayatıyla ilgili 60 sayfalık yazmış olduğum bu yazı, özellikle Arap toplumunda müthiş bir etki meydana getirdi. Şu çok önemli: Arap dünyasında, İslâm dünyasında dâvetçiler, tebliğiciler, irşatçılar arasında silâha sarılmadan, şiddet kullanmadan dâvâ yürüten bir insan yok. İşte Arap ve İslâm dünyasının örnek alabilecekleri şahsiyet Üstaddır.
Şu da var: Davetçi insanlar kendiler ile devlet ve siyaset arasındaki dengeyi kuramıyorlar. Ya siyasete girip kendilerini kaybediyorlar. Ya bir şekilde silâha sarılıyorlar. İki taraftan biri zarar görüyor, dengeyi kuramıyorlar. Ya çatışacak, ya da siyasete girip onlar gibi olacak; o zaman da irşat vazifesi de yok olacak tabiî. Demek onlar bir örneğe muhtaçtır. Örnek de Bediüzzaman’ın metodudur.

  Risâle-i Nur’da sizi en çok etkileyen konu hangisidir?
Çok meseleler var. Bu hususta ayrım yapamam. Hepsi tesirli. İslâm akidesinde, Allah’ı zikretmek konusunda müthiş bir etkisi var. Cenâb-ı Allah’a münacatta bulunması… Özellikle Cenâb-ı Hakk’a “Ya Rabbi, sırtımda kefenimle toprağın altına gireceğim zaman benim hâlim nice olur…” derkenki münacatları çok etkilidir.
Bir de kendisini mahkemede sorgulayan hakimlere karşı kullanmış olduğu ifadeler çok etkileyici. Diyor ki meselâ: “Eğer yüz canım olsa, bu dâvâya feda olsun. Siz benim vücuduma cefa çektirebilir, eziyet edebilirsiniz, ama gücünüz yeterse ruhuma eziyet edin, işkence çektirin. Tabiî buna güç yetiremezsiniz.”
Yani bütün sözleri çok etkili. Neden? Çünkü ihlâslı. İhlâsının da sırrı Allah’ı çok çok zikretmesinden kaynaklanıyor. Özellikle Cenâb-ı Allah’a duâ etmesi, ağaçların üstüne çıkıp da dağlar, taşlar, kuşlarla konuşarak Allah’ı zikretmesi… Bu yönleri ve sözleri çok etkili.

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

CAPTCHA (Şahıs Denetim Kodu) Resmi

*

Başa dön tuşu