Rakamlarla ifade edilen hayatların umutlarıyla beraber son bulduğu, her biri bir roman olacak yaşamların kısa hikayelere dönüştüğü ve katillerinin dillerinden düşmeyen masallar halinde halka sunulduğu bir zaman diliminde kurban olarak seçilen mazlumların akan kanları ile bop’un topraklarının sulanmaya çalışıldığına şahit oluyoruz. Gencecik dünyaların kapkara deliklere düşüp gözden kaybolduğunu, her gün üçer beşer yıldızın kaydığını ve bazılarının bu kayan yıldızları sayıp dilekler tuttuğunu müşahede ediyoruz ki bu dileklerin hiçbirinde adalet ve kalkınmaya yer olmadığı, hakkın hakikatin umursanmadığı ayan beyan ortaya çıkıyor. Kökü çok daha derinlerde olsa da özellikle onlarca yıllık zulmün en kamil halini temsil edenlerin iktidarında yüzüncü yılın planlarına uygun olarak bu topraklar “kendilerine bırakılamayacak kadar değerli oldukları” halktan arındırılmaya çalışılıyor ve bunun için halklar birbirlerine düşman kılınıyor.
Açtıkları her an nifak ve kin kusan ağızlarıyla sürekli olarak halka hakaret edenlerin musallat olduğu mazlumlar, hep üç harf ile kısaltılmış olan zulmün çeşitlerinden birini tercihe zorlanırken, aslında her üç harf halkın birbirinden uzaklaşmasına ve düşmanlaşmasına neden oluyor ve en tepedeki kamil şeytan bu yan yana getirdiği üç harfliler ile çarpıyor sürekli olarak aynı halkı. Kan ve gözyaşı döktürenlerin, kan ve gözyaşı dökenlerin haklarını savunabilecekleri vehmi yayılırken zihinlere, vahşet, hükmetmenin kitabını yazıyor katlettiklerine. Gözlerinden kin akanların, görmeye dahi tahammül etmedikleri mazlumları her fırsatta tahkir ettikleri bir ülkede, katliamlar kadere, ölümler fıtrata bağlanıyor ve Allah c.c. suçlanıyor aslında (haşa) “şerrin” sahibi olduğu için. “O da asker olmasaydı” gibi veciz(!) ifadelerle taziyeler sunulurken bağrı yanmışlara, yeni kurbanlar seçiliyor kurtlar tarafından diş kirası istenerek hem de arsızca.
Suskunluk ve rızanın göklere çıkarıldığı nifak dinin mollaları çıkıyor meydanlara şehadetin kutsallığını anlatan, mollalar çıkıyor saray sofralarında karınlarını doyurmuş olan. Şehadetin kaynağından uzaklaştığında intihar olduğunu bilmeyenlere kutsallaştırılıyor kutsal olamayacak olanlar ve “rahmeti gazabını aşanların” ne hikmetse gazapları hep hitap ediyor halka. Kendine yeni kurbanlar bulan yeni yetme ilahların kendi dinlerindeki şehadet ile şehidin şahit oldukları birbirini tutmuyor ama daha çok ses çıkardığı için batıl, duyulmuyor hakkın sesi böylesi zamanlarda. Buna rağmen zalimin sırtını dayadığı mazlumun ahı artık alenen sarsıyor sarayları, güvendiği dağlara kar yağdığını hissediyor zalim ve daha çok kinleniyor daha çok katliam yapmak için çabalıyor ve kurulsun diye insanlığın yegane düşmanlarının büyük devletleri, insanlık yok ediliyor türlü yollarla.
Karakter analizi yapıyor “karaktersizler” ve tek kriterleri nefisleri olan narsistler itirazların sahiplerini “karaktersiz” olarak nitelendiriyor. İstiyorlar ki kesilirken koyunlar ses çıkmasın veya kestikleri aslanlar koyunlaşsın verdikleri uyuşturucular ile. Ama olmuyor artık. Zillete iman etmeleri istenenlerin gerçek fıtratları çıkıyor ortaya ve geçmişleri izzet ile yoğrulmuş olanların gelecekleri red ediyor boyun eğmeyi. Kendisi için kurban kestiğini düşünen süfyaninin kıydığı her can diriltiyor yeni canları, kesilmiş damarlardan akan kanlar besliyor idrakleri, gözlere fer geliyor görülüyor hakikat, eller kurtuluyor bağlarından ve yumruklaşıyor, diller “heyhat” diyor zalimin yüzüne ve en yüzsüz olanları bile artık çıkamıyor halkın içine. 550’si de mümini olan ilahın 400 den dem vurarak tepkiyi yönlendirmeye çalışması da yaramıyor işe, dur dediğinde duran, kalk dediğinde kalkan taşeronların işlerini başarıyla yerine getirip temizleme çabası da. Her katliamda halkın basireti daha da artıyor, her katliam bir perdeyi yırtıyor, bir maskeyi düşürüyor. Her katliam bir adım ilerletiyor hakikate halkı. Ve halk “kahrolsun” diye saldırıyor faile. Tıpkı Reyhanlı’da, Soma’da olduğu gibi.
Alenen toprakların bir kısmını bop’a feda etmek için çabalayanların kendi dilleriyle “2,5 yıldır silahlandıklarını, savaşa hazırlandıklarını, görmezden gelindiklerini, herşeyden haberdar olunduğu halde kendilerine müdahale edilmediğini” beyan ettikleri kiralık katillerinin her gün yeni bir şehirde yeni katliamlara göz göre göre imza attıkları, şehir içlerinde bile yollarda ahkam kestikleri, 300-500 kişilik gruplarla karakolları kuşattıkları bugünlerde, halkın birbirinden nefret etmesini arzulayanların kinleri de hevesleri de kursaklarında kalıyor bir bütün olan halkın birbirine sahip çıkması ile. Katillerin ellerinden kendi çocukları olan askerleri kurtarırken ve yine aynı katillerin vurdukları askerleri sırtlarında taşırken veriyor halk kardeşlik mesajını anlayanlara. Kin tohumunun israil tohumu olduğunu anlıyor halk ve bu tohumu söküp atıyor topraklarından. Kendilerinden dahi olmadıklarını bildiklerinin ellerinde silah ile aynı kaderi paylaştıkları mazlumları katledişine razı olmuyorlar. Kıyafet değiştirerek bir gün zalim asker diğer gün ise yol kesen eşkiya olanların çabaları da yetmiyor ayrıştırmaya. Türlü zulümler ile halkın, kendi kurtarıcıları olduklarını zannederek kucaklarına düşmesini istediklerinin, kendi kucaklarında oturduklarını gizleyemeyenlerin tiyatrolarından bıkıp usanıyor mazlumlar.
Meclisin baş köşesine oturup bakanlık koltuğunu kimseye kaptırmayanların kendilerinin varlığına ses çıkarmayan ve kendilerini var eden sistemin uşakları oldukları halde aynı sistemle şavaştıkları(!) masalları da artık uyutmuyor halkı. Muz cumhuriyetlerinde bile yaşanmayacak acizliklere müsade edilerek, palazlandırılanların kabadayı kesilip “sizi ancak biz kurtarırız” demeleri de yetmiyor halkı susturmaya ki bu kurtarıcıların her tavırları aynı zamanda tehdit kokuyor düşmanı oldukları halde temsil ettikleri izlenimini verdikleri halklara. Yılanın başını okşarken sistem adalarda, dağlarda kurtuluş aramanın veya aynı dağlarda düşman aramanın anlamsızlığı kaplıyor ruhların gökyüzünü ve bilinç yağmuru başlıyor hakikat bulutlarından zihinlere. Sus denen diller konuşmaya, görme denen gözler görmeye başlıyor. Ne kadar çok katliam o kadar çok itaat zannedenlerin tahtları sarsılıyor her katliamla daha çok doğrulanlar tarafından.
“Görüşen şerefsizdir” sözüne binaen şerefsizliklerini izhar edenlerin bütün çabalarına rağmen bop için parçalanmaya destek olmayınca halk, devreye giriyor katliamlar ama nafile. Doğuda ayrı batıda ayrı uşaklar ile hedef saptırmaya çalışarak sistemi ayakta tutma çabasına girenlerin gerçek yüzü ifşa oluyor her geçen gün ve halk ne “koruma ordusunun” tepkinin yönünü değiştirmek için sokaklarda gerçekleştirdiği samimiyetsiz eylemlere ne de dostuna “düşman gibi görünerek” destek verenlerin cinayetlerine aldırış etmeden her fırsatta haykırıyor hakkı. Hangi dili konuşursa konuşsun, hangi ırka mensup olursa olsun ortak düşmanı olan süfyaniyi ve onun iman ettiği siyonizmi yüreğinde mahkum eden halk insanlığın bir parçası olarak mazlumun safında yer alıyor ve ümmet bilinci birleştiriyor bütün insanları hakkın etrafında. Kim ne derse desin bu ümmetin mazlumlarının yürekleri hep birlikte atıyor, acıları da sevinçleri de bir oluyor asırlardır. Hücreleri bir olanların kaderleri de bir oluyor, umutları, hedefleri imamları da bir oluyor. Dostluğu iman ile perçinlemiş olanların arasına giremiyor kin ve nefret. Kim ne derse desin kardeşinden vazgeçmiyor o kardeşi için yeri geldiğinde can verenler.
Evet, devran değişiyor. Zilleti taşıyan katliamlar izzetin tarlası oluyor ve yeşeriyor kıyam acıların suladığı kalplerde. Dünya hızla ilerledikçe ahir zamana, vaad edilenin gelişinin müjdesi kaplıyor yeryüzünü ki her canlı hissediyor anlatamasa da bu muştuyu. Bunca kararan gecenin ipi çekilecektir eninde sonunda şafak ile. Geceye alışan gözler görünce güneşi göreceklerdir kurtuluşun nurunu ki o nur doğudan doğacaktır yavaş yavaş insanlığın üzerine. Uyanınca insanlık kahrolacak “karaktersizler” ve halklar kazanacaktır haklarını. Çünkü düşman aynıdır dost aynı. Yoktur kaderimizde ayrılık…