Suriye helikopterinin TSK’ya ait savaş uçaklarınca düşürülmesi, bir sınır ihlali iddiasıyla açıklanamayacak temellere dayanıyor.
AKP Hükümeti’nin Suriye politikasının, Esad yönetiminin gitmesi ve ondan sonra oluşacak pastadan Türkiye’nin de pay alması üzerine kurulu olduğunu söylemek için, sanırız alt alta ayrıntılı gerekçeler sunmamıza gerek yok.
Suriye, AKP Hükümeti tarafından, yeni Osmanlıcı dış politika hedefleri açısından bir basamak noktası olarak görüldü.
Afganistan, Irak ve Libya’dan sonra Suriye’nin en yumuşak hedef olduğu düşüncesi, kısa bir süre önce Suriye Lideri Beşar Esad ve eşiyle Başbakan Erdoğan ve ailesinin Bodrum’da yaptığı tatili de ‘değersiz bir anı’ olarak gündemden düşürdü. AKP Hükümeti bundan sonraki en önemli dış politika yatırımını Esad yönetiminin gitmesi üzerine kurunca, bunun zorunlu bir sonucu olarak çok yüksek rakamlardaki Suriyeli mülteci nüfusuna ev sahipliği yapıldı. Suriye ‘muhalefeti’nin ABD tarafından dahi desteklenmekten vazgeçilen el Nusracı, el Kaideci unsurlarının finanse edilmesi, silahlandırılması, eğitilmesi, yaralanınca geri getirilip tedavi ettirilmesi, özetle onlara sponsorluk yapılması yine bu politikanın dolaysız bir sonucuydu.
G20 Zirvesi sürecinde Rusya’nın ortaya attığı ve ABD’yi de ikna etmeyi başardığı Suriye politikası, Suriye’ye müdahale seçeneğini en azından şimdilik ötelerken, Türkiye Hükümetinin Suriye yatırımının da adeta elinde ‘patlamasını’ gündeme getirdi.
Hatırlanacağı üzere, iki ülke arasındaki tansiyonun yükselme sürecinde bir de Türk savaş uçağının Suriye tarafından düşürülmesi olayı yaşanmıştı. Bu, bir yandan Türkiye kamuoyunun belli kesimlerinde “gurur kırıklığı” duygusuna yol açarken, Hükümetin Suriye politikasını eleştirenlerce de, Hükümete yönelik haklı bir tepkinin de konusu olmuştu. Ve Türkiye, Suriye’ye karşı olan hudut angajman kurallarını 22 Haziran 2012’de F-4 savaş uçağının Suriye tarafından düşürüldüğü zaman değiştirdi. Başbakan Erdoğan, bu kuralların değiştiğini 26 Haziran 2012’de açıkladı.
Anlaşıldığı kadarıyla AKP Hükümeti ve TSK yaptıkları değerlendirmeler sonucunda bu olayın ‘rövanşını’, ABD önderliğinde gerçekleşecek bir Suriye müdahalesine ertelemeyi diplomatik maliyet açısından daha ekonomik buldu. Ancak Rusya’nın hamlesiyle Suriye’ye emperyalist bir askeri müdahale seçeneği en azından yakın gelecek açısından ertelenince Türkiye’nin bu hesabı artık ertelenemeyecek bir gündem olarak öne alındı. Suriye helikopterinin düşürülmesi bu ihtimale ek olarak, AKP Hükümetinin Suriye politikasına dair yaptığı yatırımın, ABD ve Rusya anlaşmasıyla boşa düşmesiyle açıklanabilir. Dolayısıyla bu provokatif hamlenin ortaya çıkaracağı yeni tablonun Rusya-ABD anlaşmasını geçersiz kılıp, Suriye’ye müdahale seçeneğini yeniden öne geçirmeyi amaçladığı düşünülebilir. Bize göre ‘intikam’ ve müdahaleyi yeniden güncelleştirme hesabı bu helikopterin düşürülmesinde iç içe geçmiştir. Anlamlı olmayan tek ihtimal ise, Genelkurmay’ın açıklamasında yer alan Suriye helikopterinin Türkiye hava sahasına yaklaştığı için önce uyarıldığı ve buna rağmen yaklaşmaya devam edince vurulduğudur. Böyle derseniz, o zaman ‘aslında biz vurmak için elimizde bahane olsun diye uyarmıştık’ demiş olursunuz. Eğer niyetiniz gerçek anlamda uyarmak ise, olmadı bir daha uyarırsınız. Askeri açıdan Suriye bir helikopterle Türkiye’ye nasıl bir zarar vermeyi hesap etmiş olabilir ki?
Kaldı ki, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç ile Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun olayın ardından yaptığı açıklama da, adeta “iyi ki, Suriye helikopteri sınır ihlaline yeltendi de biz de vurduk” biçiminde olmuştur. Yani ‘aranan kan bulundu’ dercesine aranan gerekçenin bulunduğunu ele veren coşkulu bir ruh hali ve ‘rövanş alma’ duygusunun memnuniyeti hem Arınç’ın hem de Davutoğlu’nun açıklamalarına yansımıştır.
Yapılan hesap ne olursa olsun, açıkça vurgulanmalıdır ki, Suriye helikopterinin düşürülmesi provokatif bir stratejinin ürünüdür. Bu politikaların benzerlerini Ortadoğu’da bugüne kadar İsrail uyguluyordu.
Hükümete yakın yayın organları tahmin edileceği gibi, Suriye helikopterinin düşürülmesinin hemen ardından bundan ‘milli bir zafer’ duygusu üreterek Hükümetin Suriye’ye müdahale politikası için kitle desteği sağlamaya çalıştılar.
Hükümet zaten epey bir zamandır ülke içinde adeta ‘cephe gerisini sağlam tutma’ hesabıyla, içerideki muhalefeti ezmeye yönelik her türlü polisiye baskıyı uyguluyordu. Bilinmelidir ki, Suriye ile savaşa girmiş bir Türkiye, sadece bölgesel bataklığa sürüklenen bir Türkiye olmayacak aynı zamanda, ülke içinde demokrasinin kırıntısının dahi rafa kalktığı, baskının daha da artacağı bir Türkiye anlamına gelecektir.