İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin BM toplantısında yaptığı konuşma ABD medyasında yankı uyandırdı. Bu önemli konuşmanın tam metnini aktarıyoruz.
Bismillahirrahmanirrahim
Hamd Alemlerin Rabbi Allah’adır. Efendimiz ve Peygamberimiz Muhammed’e (s.a.a), onun pak Ehl-i Beytine (a.s) ve seçkin Sahabilerine Salat ve Selam olsun.
Sayın Başkan, Sayın Genel Sekreter, Değerli Konuklar, Hanımefendiler, Beyefendiler,
Öncelikle, Genel Kurul Başkanlığına seçilmenizden dolayı Zat-ı Alinizi içtenlikle kutluyor, Sayın Ban Ki-Mun’a çabalarından dolayı takdirlerimi sunuyorum.
Sayın Başkan,
Dünyamız korku ve umut dolu bir dünyadır; bölgesel ve küresel çaptaki düşmAnca ilişkiler ve savaş korkusu, ölümcül mezhep, etnik ve milli kimliklerin karşı karşıya gelmesi korkusu, şiddet ve aşırıcılığın kök salması korkusu, yoksulluk ve ezici ayrımcılık korkusu, yaşam kaynaklarının çürümesi ve yok olması korkusu, İnsani haklara ve insan saygınlığına kayıtsız kalınması korkusu ve ahlaktan gaflet edilmesi korkusu.
Bütün bu korkular karşısında yeni umutlar da vardır: Tüm dünyadaki insanların ve seçkinlerin umudu “Barışa evet, savaşa hayır” “Çekişme yerine diyalog” ve “aşırılık yerine sağduyu” umududur.
Umut, tedbir ve orta yolun, son seçimlerde yüce İran halkı tarafından makulce seçilmesi bunun canlı bir örneğidir. Dine dayalı demokrasinin kendini göstermesi ve yürütme gücünün yavaşça intikali, İran’ın istikrarsızlıklarla dolu bir bölgede güvenli bir liman olduğunu gösterdi. Devletimizin ve halkımızın kalıcı barışa, istikrar ve huzura ve çekişmelerin barışçıl yollardan çözümlenebileceğine olan tam inancı ve gücün, kabul edilişin ve meşruiyetin destekçisi olan halkoyuna dayanması, böylesine güvenli bir ortamın sağlanmasında büyük rol oynamıştır.
Sayın Başkan, Hanımefendiler, Beyefendiler,
Hassas bir dönemden geçen günümüz dünyasında tehlikelerle dolu uluslar arası ilişkilerde müstesna fırsatlar da mevcuttur. Kendimizin ve başkalarının durumunu değerlendirirken yapacağımız her türlü haksız yaklaşım beraberinde tarihi yaralar da getirecektir. Öyle ki bir aktörün yanlışı herkese olumsuz yansıyacaktır. Zarar görebilirlik bugün kuşatıcı küresel bir olgu halini almıştır.
Bu hassas dönemde uluslar arası ilişkilerde sıfır toplamlı oyun artık sona ermiştir. Ancak bir kısım aktörler kendi üstünlüklerini ve önceki hâkimiyetlerini korumak adına hala işlevini çoktan yitirmiş eski yöntem ve araçlara başvuruyorlar. Başkalarına boyun eğdirmek için militarizme yönelmek, askeri araçlardan yararlanmak ve şiddete başvurmak dünyamızda oluşan yeni şartlarda kullanılmaya çalışılan işlevselliğini yitirmiş eski yöntemlere örnektir.
Hegemonyacı zihniyet kendi hâkimiyetini sürdürüp korumak adına giriştiği ekonomik ve askeri girişimlerde bir takım basmakalıp kavramlardan yararlanmaktadır ki bütün bu kavramlar barış, güvenlik, insani onur ve insanlık karşıtıdır. Toplumları eşit hale getirmek ve batı değerlerini dünya değerleri olarak yaymak, soğuk savaş kültürünü korumak, kendini üstün görmek ve başkalarını ötekileştirmek adına dünyayı “Üstünler” ve “Üstün olmayanlar” olarak ikiye ayırmak ve ayrıca uluslar arası toplumda yeni aktörlerin ortaya çıkmaması için korku ve tehdit yaratmak bu kavramlara örnektir.
Böyle bir ortamda kamu ve kamu dışı, mezhebi ve hatta etnik şiddetler o kadar artış gösterir ki, büyük güçler arasındaki sakin dönemlerin bile şiddet içeren söylem ve eylemlerin tuzağına düşmemesi için hiçbir güvence bulunmamaktadır. Hiçkimse şiddet ve aşırıcılığın felaket dolu etkilerini basite almamalıdır.
Bu arada bölgesel aktörleri kendi doğal ortamlarından silmek için girişilen çabalarda izlenen şiddet yaklaşımları, dizginleme adı altındaki siyasetler, siyasi rejimlerin sınır dışından değiştirilmesi ve siyasi sınır ve hudutların bozulması yönünde beliren çabalar oldukça tehlikeli ve gerilim yaratacak türden çabalardır.
Uluslar arası siyasi teamüllerde uygar olan bir merkezin marjinalinde kalan uygar olmayan yüzü gösterilmektedir. Bu tasvirde küresel güçlerin odağı ile marjındakilerin orantısı doğal sayılmaktadır. Kuzey merkezcilik ve güney marjinalcilik söylemi uluslar arası ilişkilerde bir tür tek söylem ve monolog sisteminin yerleşmesine neden olmuştur. Yanlış kimlik sınırları yaratılması ve yabancı düşmanlığı bu söylemin yaygın bir sonucudur. Din karşıtı asılsız söylem ve propagandalar, İslamofobi, Şiafobi ve İranfobi gerçekte küresel istikrar ve beşer güvenliğine karşı ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Propaganda amaçlı bu söylemler, hayali tehditlerin dile getirilip telkin edilmesiyle tehlikeli bir boyuta ulaşmıştır. Bu hayali tehditlerden biri de hayali “İran tehdidi” dir. Bu hayali tehdit bahanesiyle değil midir ki son otuz yıl içinde ne denli hunharca ve vahşice cinayetler işlenmiştir. Saddam Hüseyin’in kimyasal silahlarla silahlandırılması ve Taliban’a verilen destek sadece bu cinayetlerden bazılarıdır. Ben buradan sağlam delillerle, kesin bir şekilde açıkça ilan ediyorum ki İran’ın tehdit olduğunu söyleyenlerin ya kendileri bizzat uluslar arası barış ve güvenlik aleyhinde tehdit oluşturuyorlar veya tehdidi körüklüyorlar. İran bir tehdit olmadığı gibi idealde ve pratikte sürekli olarak adil barışa ve çok yönlü güvenliğe çağrı yapmaktadır.
Sayın Başkan, Hanımefendiler, Beyefendiler,
Dünyanın çok az yerinde, şiddet Batı Asya ve Kuzey Afrika’daki gibi yıkıcı olmamıştır. Afganistan’a askeri müdahele, Saddam Hüseyin’in İran’a dayattığı savaş, Kuveyt’in işgali, Irak aleyhinde girişilen askeri müdahale, Filistin halkını sindirmeye yönelik şiddet girişimleri, İran’da devlet adamlarının ve halkın suikasta kurban gitmesi ve Irak, Afganistan ve Lübnan gibi bölge ülkelerinde bombalı saldırılar, son otuz yılda bölgede yaşanan şiddete birer örnektir.
Mazlum Filistin halkının başına gelenler sistematik bir şiddetten başka bir şey değildir. Filistin toprakları işgal altındadır. Filistinlilerin temel hakları felaket denebilecek bir şekilde ihlal edilmektir. Evlerine, doğdukları yere ve ana vatanlarına dönmelerine izin verilmemektedir. Masum Filistin halkına karşı işlenen cinayetler, köklü bir şiddettir ki “apartheid” kavramı dahi bunu tanımlamada çok hafif kalır .
Suriye’de yaşanan insanlık dramı, bölgedeki şiddet ve aşırıcılığın meydana getirdiği felaketin hangi boyutlara ulaştığını göstermektedir. Biz başından beri bazı bölgesel ve uluslararası aktörlerin silah ve istihbarat kaynaklarını yönlendirmek ve aşırı grupları güçlendirmek suretiyle Suriye krizini militarizme etme çabaları karşısında Suriye krizinin çözümünün askeri yöntem olmadığını belirttik. Bölgesel dengeleri bozmaya dönük stratejik ve yayılmacı hedefler, insan sever kavramların arkasına gizlenmeye çalışılarak hayata geçirilemez. Uluslar arası toplumun ortak hedefi masum insanların öldürülmesine derhal son vermek olmalıdır. Biz her türlü kimyasal silah kullanımını kınıyoruz. Suriye’nin, Kimyasal Silahların Yasaklanması Sözleşmesi’ni kabul etmesini olumlu karşılamakla birlikte, aşırı grupların ve teröristlerin bu silahları ele geçirmesi halinde bölgenin büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalacağına ve bunun göz önünde bulundurulması gerektiğine inanıyoruz. Aynı zamanda günümüzde işlevselliğini yitiren tehdit yönteminin veya kaba kuvvetin yasa dışı bir şekilde kullanılması bölgedeki şiddeti ve krizi artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Terörizm ve masum insanları öldürmek şiddetin ve aşırıcılığın zirve noktasıdır. Terörizm tüm dünyayı kuşatan şiddet içerikli, sınır aşan bir felakettir. Ancak terörizmle mücadele adı altında geçekleştirlen şiddetler ve aşırılıklar, örneğin masum insanların insansız hava araçları kullanılarak öldürülmesi de kınanmayı hak etmektedir. Burada İranlı nükleer bilimcilerin katiller tarafından öldürülmesi konusuna da değinmek gerek. Bu insanların suçu neydi, niçin öldürüldü? Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi’nden sorulması gereken soru şudur: Bu insanları öldürenler kınandı mı?
Şiddetin bir diğer versiyonu ve temelde barışa aykırı, insanlık dışı bir uygulama olan haksız yaptırımlar, yaptırım uygulayanların lanse ettiklerinin aksine, devletleri ve önde gelen siyasi şahsiyetleri değil, belki her şeyden çok sivil halkı hedef almakta ve kendi siyasi çekişmelerine malzeme etmektedir. Uluslar arası kuruluşlarda yaldızlı hukuki delillerle karmaşık hale gelen yaptırımlar sonucunda mağdur olan ve hayatlarını kaybeden ve hala büyük bir bölümü bugün bile hayatlarını acı içinde geçirmek zorunda kalan milyonlarca Iraklıyı unutmayalım. Bu yaptırımlar şiddet içermektedir ve makul olanı olmayanı, tek yönlüsü ve çok yönlüsü yoktur. Bu yaptırımlar; barış hakkı, kalkınma hakkı, sağlığa erişim hakkı, öğrenim hakkı ve hepsinden daha önemlisi yaşam hakkı gibi insanın doğal haklarının ihlalidir. Yaptırımların sonucu bütün demogajilere ve kelime oyunlarına rağmen, insanlar arasında ayrılık çıkarmak, savaş çığırtkanlığı yapmak ve insanları yok etmektir. Bu ateş sadece yaptırım uygulananların eteğini tutuşturmakla kalmayacak, yaptırım uygulayan toplumların ekonomisini de saracaktır.
Sayın Başkan, Hanımefendiler, Beyefendiler,
Şiddet ve aşırıcılık bugün sadece maddi boyutlarıyla değil, insan hayatının ve günümüz toplumunun manevi boyutlarını da tehdit etmektedir. Şiddet ve aşırıcılık, insan hayatının ve modern toplumun gereği olan iyi geçim ve diyaloga yer bırakmamaktadır. Sabırsızlık ve tahammülsüzlük günümüz dünyasının sorunudur. Sabır ve tahammül, dini düşünceler, kültürel yönelişler ve siyasi metotlarla güçlendirilmelidir. Beşer toplumunu tahammülsüzlük çizgisinden alıp ortak yardımlaşma çizgisine yükseltmeliyiz. Başkalarına sadece tahammül etmekle kalmamalı, onlarla çalışmalıyız da.
Dünya halkı, artık savaştan, şiddetten ve aşırıcılıktan yoruldu ve bu şimdiye dek görülmemiş bir fırsattır. Onlar şuanki durumun değişmesini umut ediyorlar. İran İslam Cumhuriyeti, umut ve sağduyudan oluşan akilane bir yolla bütün sorunların yönetebileceğine inanmaktadır. Savaş çıkaranlar umutları kırmak istemektedir. Oysa ki olumlu değişime umutla bakmak, fıtri, dini ve evrensel bir kavramdır.
Dünya kamuoyunun şiddet ve aşırıcılıkla mücadelede kararlı olduğuna inanmak, değişime açık olmak, dayatılan sistemlere karşı koymak, insani sorumluluk anlayışına önem vermek umudun alt yapılarıdır. Umut, şüphesiz, merhamet sahibi Allah’ın tüm insanlara olan en büyük nimetlerindendir. Orta yol ve sağduyu da, yüce idealleri birleştirmede yerinde ve zamanında akıllıca ve zekice hareket etmek, etkili stratejiler seçmek ve geçekleri dikkate almak demektir.
İran halkı son seçimlerde umut, tedbir ve orta yol söyleminden oluşan akilâne bir harekete oy verdi. Umut, tedbir ve orta yol bileşimi dış siyasette, bir bölgesel güç olarak İran İslam Cumhuriyeti’nin bölgenin ve dünyanın güvenliğine sorumluluk anlayışıyla yaklaştığı, bu arenalarda sorumluluğu bulunan diğer aktörlerle çok taraflı ve çok yönlü işbirliğine hazır olduğu anlamına gelmektedir. Biz demokrasiye dayalı barışı, oy sandığını Suriye, Bahreyn ve diğer bölge ülkeri de dâhil dünyanın her yerinde savunuyor, şiddete dayalı yöntemlerin küresel krizlerde yerinin olmadığına ve sadece insani aklın yardımı, yapıcı etkileşim ve sağduyu sayesinde insan toplumunun acı gerçeklerinin üstesinden gelinebileceğine inanıyoruz. Keza, barış ve demokrasinin tazmini ve Ortadoğu bölgesi de dâhil tüm dünya ülkelerinin meşru çıkarlarının sağlanması, militarizmle gerçekleştirilemez.
İran sorun üretme peşinde değil, çözüm yolu peşindedir. Hiçbir dosya ve hiçbir mesele yoktur ki, umut ve sağduyu ve karşılıklı saygı ile şiddet ve aşırılıktan uzakta çözümlenemesin. Müsaade ederseniz burada İran’ın nükleer programına değinmek istiyorum. İran’ın doğal ve yasal hakkının kabul edilmesi İslam İnkılâbı Ulu Önderi’nin deyimiyle, bu konunun en sade şekilde çözüm yoludur. Bu, siyasi bir şiar değildir; belki İran’daki teknolojik durumun derinlemesine tanınması esasına göre uluslararası sistemde sıfır toplamlı oyunların sona ermesi ve ortak güvenlik ve diyaloga ulaşmak için ortak çıkarlar ve hedefler bulmanın zaruretidir. Diğer bir deyişle İran ve diğer aktörler, İran’ın nükleer dosyasının siyasi çözüm yolunun ayrılmaz iki parçası olarak ortak şu iki hedef peşinde olmalıdırlar:
İran’ın ve tüm diğer ülkelerin nükleer programı sadece barışçıl hedefler yönünde olmalıdır. Ben buradan açıkça ilan ediyorum ki, bu hedef aktörlerin diğer konumlarına bakmaksızın İran İslam Cumhuriyeti’nin hedefidir ve hedefi olacaktır. Nükleer silahlar ve kitle imha silahları İran’ın savunma doktrininde yer almamaktadır ve dini ve ahlaki köklü inaçlarımıza aykırıdır. Ulusal çıkarlarımız İran’ın nükleer programıyla ilgili her türlü kaygıyı gidermeyi gerektirmektedir.
İkinci hedef, yani İran topraklarında uranyum zenginleştirme ve diğer nükleer hakların kabul edilmesidir ki bu birinci hedefin sağlanmasının tek yoludur. Nükleer bilgi İran’da yerelleşmiş, nükleer teknolojide zenginleştirme de dâhil toplu üretim aşamasına gelinmiştir. Dolayısıyla İran’ın nükleer programına yasa dışı baskılarla engel olmakla böyle bir programın barışçılığının tazmin edileceğini var saymak hayal ve son derce gerçek dışı bir görüştür.
Nitekim İran İslam Cumhuriyeti, kendi haklarının yerine getirilmesinde ve bu hakların uygulanmasındaki saygı ve uluslar arası işbirliğinin zaruretinde ısrar ederek, karşılıklı güvenin tesisi ve iki başlı kapalılıkların tam bir şeffaflıkla giderilmesi için zaman kısıtlı ve sonuç odaklı diyaloga hazırdır.
İran diğer ülkelerle karşılıklı saygıya ve ortak menfaatlere dayalı yapıcı angajman istemektedir. Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletleri ile de gerilimi artırma peşinde değildir. ABD Başkanı Obama’nın Genel Kurul’da yaptığı konuşmayı dikkatle dinledim. Amerikan liderlerinin siyasi kararlılıkları sayesinde ve baskı gruplarının çıkarlarını izlemekten kaçınmaları durumunda ihtilafların yönetilebileceği bir çerçeveye ulaşmak mümkündür. Bu çerçevede eşit konum, karşılıklı saygı ve uluslararası alanda kabul edilmiş ilkeler temel alınmalıdır. Tabii bizim bu konuda Washington’dan beklentimiz tek bir ses duymaktır.
Sayın Başkan, Hanımefendiler, Beyefendiler,
Bu yıllarda, sürekli olarak “Savaş seçeneği masada” sesleri duyulmuştur. Ancak bugün izin veriniz işlevselliğini yitirmiş ve kanun dışı bu söyleme karşılık şöyle diyeyim: “Barış elimizin altındadır”. O halde İran İslam Cumhuriyeti adına, ilk adım olarak Birleşmiş Milletlerin “Şiddetin ve aşırıcılığın karşısında olan bir dünya” projesini gündemine almasını ve tüm devletlerin, uluslar arası ve sivil toplum kuruluşlarının dünyayı buna yönlendirmeleri için yeni çabalarda bulunmasını öneriyorum. Dünyanın çeşitli bölgelerinde “Savaş için koalisyon” gibi işlevselliğini yitirmiş seçenekler yerine bütün dünyada “Kalıcı barış için koalisyon” düşüncesinde olunmalıdır. Bugün İran İslam Cumhuriyeti sizleri ve tüm dünya toplumlarını “Şiddetin ve aşırıcılığın karşısında olan bir dünya” için öncü bir adım atmaya çağırmaktadır. Bizler bu daveti kabul etmeliyiz. Burada bizler savaş yerine barışın, şiddet yerine güzel geçimin, kan dökmek yerine refahın, ayrımcılık yerine adaletin, yoksulluk yerine varlıklılığın ve zorbalık yerine özgürlüğün tüm dünyada daha iyi görülmesi için yeni bir ufuk açabiliriz. Ünlü İranlı şair Firdevsi’nin tabiriyle;
İyilik yapmaya çalışınız; soğuğu gördüğünüzde baharı getiriniz
Bütün sorunlara rağmen ben şahsen gelecek konusunda ümitliyim. Şiddet ve aşırıcılık karşısında küresel dayanışma sayesinde geleceğin aydınlık olacağından kuşkum yok. Sağduyu dünyanın geleceğini aydınlatacaktır. Taşıdığım bu umut, kişisel ve milli deneyimlerime ek olarak, kaynağını tüm semavi dinlerin dünyayı iyi bir sonla ve aydınlık gören ortak inancından almaktadır. “Andolsun ki Tevratt’tan sonra Zebur’da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olacağını yazmıştık”
Sayın Başkan Teşekkür ederim.