Ana SayfaBilinmeyenlerETKİN ÖNDEGenelManşet

Davutoğlu’ndan Teselli Niyetine Ninniler Dinlediler

151020142345471675346_2

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Al Jazeera’ye verdiği röportajdan bölümler : 

Esselamu aleykum Verahmetullahi ve berekatuhu. Sizi Türkiye’nin Başkenti Ankara’dan selamlıyorum. ‘Bila Hudud’ programının yeni bölümüne hoş geldiniz. Türk hükümetinin karşı karşıya olduğu iç ve dış meydan okumalar çok büyüdü ve çoğaldı. Etrafındaki siyasi ve coğrafi konjonktür büyük ölçüde ve hızlı bir şekilde değişiyor.

Bu bölümde Türkiye’nin tutumunu hükümetin birinci isimi Başbakan Profesör Ahmet Davutoğlu’ndan öğrenmeye çalışacağız. Bu kendisinin bir Arap kanalına verdiği ilk röportaj. Sayın Başbakan hoş geldiniz.

Bu röportaj için Al Jazeera’yi ve ‘Bila Hudud” programını seçtiğiniz için teşekkür ederiz. Aynel Arab’a müdahale etmemesinden dolayı Türk hükümetine yönelik büyük ve geniş eleştiriler var. Aynel Arab’a şu ana kadar neden askeri olarak müdahalede bulunmadınız?

 

…………………..

…………………..


İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Abdüllahiyan 10 Ekim’de yayımlanan açıklamalarında ve birçok İranlı yetkili, İran’ın Esed’in düşmesine müsaade etmeyeceğini söyledi. Siz Esed’in düşürülmesini ve koalisyonun sadece IŞİD değil Esed’e karşı da harekete geçmesini talep ediyorsunuz.  Biz Suriye topraklarında bir Türkiye-İran çekişmesiyle mi karşı karşıyayız?

İran ile bu konuda görüş ayrılığımız olduğu doğru. İran ile iki komşu ülke olarak tarihi ilişkilere sahip komşu ülkeler olarak hep iyi komşuluk ilişkileri kurmaya özen gösterdik. Ve bu çerçevede de en zor zamanlarda İran’ın nükleer programı konusunda ilkeli tutumumuz da herkesin malumudur. Ama biz nasıl İran’ın nükleer konusundaki tutumumuzda ilkeli davrandık, aynı ilkeli davranışımızı zalim rejimlere karşı da gösterdik. Yani bir yönetimin kendi halkını katletmesi hiçbir şekilde maruz gösterilemez ve bu konuda da tutumumuz ilkeseldir. Bu konuda da İran ile birçok ortak teşebbüsler içerisinde bulunduk. Dışişleri Bakanlığım döneminde defaatle İran ile bu konuları görüştük. Suriye rejimini başta da birlikte ikna etmeye çalıştığımız anlar oldu. Suriye rejimi kendi halkına zulmetmeye devam ettiğinde, ki geçmişte iyi ilişkilerimiz olan bu yönetimle ilişkilerimizi kesmeyi ve Suriye halkının yanında olmayı tercih ettik. İran yönetimi ise Suriye yönetiminin yanındaki politikasını sürdürdü. Bu konuda görüş ayrılığımız var ancak herhangi bir çözüm çabası içinde her zaman herkesle görüşme iradesine sahip olduğumuzu sürekli vurgulayageldik. Ümit ederiz ki İran Suriye yönetimi üzerindeki gücünü kullanır ve Suriye rejiminin kendi halkına karşı gerçekleştirdiği bu katliamların durması yönünde çaba sarf eder.

Sayın Başbakan, çok iyi biliyorsunuz ki; Suriye’yi Beşşar Esed değil, Devrim Muhafızları, Kudüs Tugayları Komutanı Kasım Süleymani yönetiyor. Siz Beşşar Esed rejiminin yıkılmasını talep ettiğinizde, Esed’in liderliğini yaptığı alevi yönetimi değil, Suriye’deki molla rejiminin yıkılmasını talep ediyorsunuz.

Bizim için Suriye yönetiminde Alevi ya da Sünni birinin olması temel mesele değildir. Geçmişte Beşşar Esed Aleviydi, Nusayriydi yine bizimle gayet iyi ilişkileri vardı çünkü biz hiçbir zaman mezhepçi bir politika takip etmedik. Niye ilişkilerimiz iyiydi? Çünkü o zaman halkını katletmiyordu, halkını katletmeye başladığında ben üç kere Şam’a gittim uzun saatler boyunca ikna etmeye çalıştım, 8-10 ay, ama bizi dinlemektense maalesef Suriye’de bir azınlık yönetimini devam ettirmeye çaba sarfetti. Bizim burada önemli olan temel ilkemiz insan haklarına saygı kendi halkına karşı merhamet ve şefkat gösterilmesi ve hiçbir şekilde zulme alet olunmaması.  Hepimiz İsrail’e karşıyız ama bütün Ortadoğu ülkelerinin de bilmesi gereken gerçek şu ki İsrail’in öldürdüğünden daha fazla Müslümanı Suriye rejimi katletti. Biz bunu İranlı dostlarımıza çok söyledik.

İran Devrim Muhafızları’nın yardımıyla…

İsrail Gazze’deki camileri bombaladı Suriye uçakları da Halep’teki Humus’taki Şam’daki mescitleri teravih namazında Ramazan’da bombaladı. Bizim için nasıl mazlumun kimliği yoksa zalimin kimliği de yoktur. Mazlum hangi dinden hangi mezhepten hangi etnik kökenden olursa olsun ona sahip çıkarız, zalim hangi dinden hangi mezhepten hangi etnik kökenden olursa olsun kardeşimiz dahi olsa ona karşı çıkarız. Türkiye’nin tutumu ilkeseldir ve bu ilkesel tutumu tek başına kalsa da sürdürmeye kararlıdır.
Soruma cevap vermediniz. Rejimi koruyan İran Devrim Muhafızları ve siz şu anda rejimi yıkmak için ılımlı muhalefeti eğitiyorsunuz. Bu da Suriye’de İran Devrim Muhafızlarıyla bir çatışmaya girme anlamına geliyor.

Suriye rejimine destek için İranlı unsurların Suriye’ye gittiği doğrudur ve Hizbullah’ın da Suriye rejimine destek verdiğini biliyoruz. Bizim meselemiz İran’a ya da Lübnan Hizbullah’ına karşı bir mücadele içine girmek değildir. Sadece ve sadece Suriye halkına destek veriyoruz. Yabancı savaşçılara da karşı çıkanlar da, burada da herkesin ilkeli olması lazım, yabancı savaşçıya karşı çıkmalıyız ama Suriye’ye giren Hizbullah da yabancı savaşçıdır, Suriye’ye giren bazı İranlı veya Rus askeri danışmanlar da yabancı savaşçıdır. Ya bütün yabancıların Suriye’den elini çekmesi lazım hangi niyetle ve ne şekilde olursa olsun. Suriye’yi Suriyelilere bırakalım ve Suriyeliler kendi geleceklerine istedikleri…

Sayın Başbakan, Suriye’de Alevi rejiminin yanında Rus savaşçıların varlığını teyit ediyor musunuz?

Bunu Rusya ve İran’ı tek başına kastederek söylemedim. Bütü bu Suriye’deki yabancı savaşçılara karşı çıktığımızda herkesin ilkesel olarak karşı çıkmamız lazım. Yani kim olursa olsun Suriye’de yabancı savaşçı olmamalı. Türkiye de hiçbir zaman ne bir yabancı savaşçı- bunun için Türkiye kendi gençlerinin Suriye’ye gitmesine hiçbir zaman rıza göstermedi.  Biraz önce sorduğunuz sualde olduğu gibi Türkiye’den Kürt kökenli gençlerimizin de Aynul Arab’a gitmesini Arap kökenli yada Türkmen kökenli, Türk kökenli başka yerlere giderek Suriye’de savaşmalarını istemiyoruz biz. Çünkü bunun olayı daha da olumsuz bir yere götüreceği kanaatindeyiz. Herkesin de buna özen göstermesini bekliyoruz.

Bölgedeki İran nüfuzu büyüyor. Sana’nın düşmesinin ardından İran, elinde dört Arap Başkenti olduğunu ilan etti. İran’ın bölgedeki büyük yayılışı tehdit oluşturmuyor mu? Bu Türkiye’nin çıkarları için bir tehlike değil mi?

Türkiye olarak hangi ülke olursa olsun, bir ülkenin başka bir ülke üzerinde hakimiyet kurduğunu iddia etmesini doğru görmeyiz. Biz bu topraklarda yaşayan halklar olarak Türkler, Kürtler, Araplar, Acemler, İranlılar hepsi yan yana dostça omuz omuza yaşamalıyız. Herhangi bir ülke eğer başka bir ülkenin başkent i üzerinde hak iddia etmeye başlarsa bunun sonu gelmez.  Yapılması gereken herkesin diğer ülkelerin egemenliklerine saygı göstermesi ve özellikle de bölgemizde bir Sünni-Şii gerilimine yol açacak davranışlardan kaçınması elzemdir. Bu bölge çok acılar çekti, çok büyük ızdıraplar yaşadı. Artık bu bölge halklarının da barışa sükuna ihtiyacı var. Proxy savaşlarıyla, perde gerisinde yürüyen savaşlarla bölgede ortaya çıkacak tablo hiç kimsenin menfaatine değildir. Bunu da doğru görmeyiz. Ne İran’ın ne de herhangi bir başka ülkenin bu tur yöntemler etrafında değerlendirilmesini de doğru görmeyiz. Doğru olan yeni bir bölgesel düzen kurulması ve herkesin bu bölgesel düzen içerisinde kendi sınırlarında kendi egemenlik alanında saygı görmesi başka ülkelerin egemenlik haklarına da saygı göstermesi.

İran’ın girdiği, etki altına aldığı ya da etkisi altında olduğunu ilan ettiği bölgelerin büyük bölümü yüz yıl önce Osmanlı mıntıkasıydı. Fars İmparatorluğu, yüzyıl önceki Osmanlı’ya ait toprakları da ele geçirecek şekilde genişliyor mu?

Şimdi Osmanlı tarihi üzerine çok yorumlar yapıldı. Arap toplumlarını ve bazen de Balkanlarda, Balkan halklarını bize karşı kışkırtmak isteyenler Osmanlı tarihini olumsuz bir niyetle anlatmaya ve Yeni Osmanlıcı tabirle Türkiye’ye karşı bir kampanya yürütmeye çalıştılar. Aslında yaşananlar da gösteriyor ki, Türkiye’nin hiçbir zaman başka ülkelerin toprağında da geleceğinde de iddiası olmadı. Osmanlı Devleti ise sadece Türklerin devleti değildir, Osmanlı Devleti Arapların da devletidir, Boşnakların da devletidir, Arnavutların da devletidir, Kürtlerin de, Sırpların da devletidir. Osmanlı Devletinin son beş-altı sadrazamından iki tanesi Araptır. Hayrettin Tunusi, Paşa Said Halim Paşa. Ama Son beş-altı sadrazamında neredeyse Türk kökenli yoktur, Arnavut kökenli vardır Arap kökenli vardır. Osmanlı bu bölgede Abbasilerden Emevilerden Eyyubilerden Memlukilerden ileri gelen bir çizginin son kadim devletidir. Dolayısıyla biz Osmanlı tarihini bir ortak tarihimiz olarak görürüz. Tabi bizi bazen Yeni Osmanlıcı diye suçlamaya çalışmalarının ardındaki temel sebep bölgede Türklerle Araplar arasında Türklerle diğer kavimler arasında ihtilaf çıkarma teşebbüsüdür. Biz her zaman her yerde şunu söyledik; bölgenin en küçük ülkesi kimse biz onunla eşitiz, coğrafi olarak ya da nüfus olarak. Hiçbir ülkeye herhangi bir şey dikte etmedik. İran konusundaki soruya ise, bu soruyu İranlılara yöneltmek lazım. Ama bölgeyi bir Osmanlı-İran Fars ya da Türk-İran rekabeti şeklinde değerlendirmeyi doğru görmem. Biz nihai kertede Irak’taki Şiilerin de dostuyuz, Irak’taki Şiiler Osmanlı devletine hiç isyan etmediler. Aynı şekilde Lübnan’daki Dürziler, Şiiler de hep Osmanlı devletiyle gayet iyi….

İran nüfuzu Beyrut’ta başlıyor, Şam’a, Bağdat’a, Arap yarımadasının doğu sahillerinden Sana’ya kadar uzanıyor. Arap yarımadası bütün cihetlerden Şia etkisiyle kuşatılmış durumda… İran yani…

İşte bu tehlikeli bir senaryodur ve zaten terör ve radikal eylemlerin ortaya çıkmasına sebep olan da bu mezhep temelli yaklaşımdır. Türkiye kültürel olarak içinde Sünni Alevi unsurlar da olan ve nihai kertede seküler yapıya sahip bir devlet olarak hiçbir zaman mezhepçi bir yapıyı savunmadı, mezhep ya da din temelli ayrışmaları da doğru görmedi. İran’ın bu dediğiniz kuşakta bir Şii ekseni oluşturma çabası, ki bunu tasvir ettiğiniz şekilde bölgede Şii-Sünni gerilimin artıracak ve mezhep çatışmalarına yol açabilecek tehlikeli bir senaryo olarak değerlendiririz. Burada İran’la da bütün diğer ülkelerle de öncelikle mezhep temelli ayrışmalar karşısında bir araya gelinmesi gerektiğini düşünüyoruz ve buna inanıyoruz. Onun için biz kendi halkına zulmedene kadar da hiçbir ülke liderini şu veya bu mezhepten diye dışlamadık. Ama bölgeyi siyasi ya da mezhebi bir rekabet alanı halinde görmek ya da bu hale getirmek geleceğe yönelik çok fazla riski de beraberinde getirir.

İran’ı 25 yıl boyunca şer ekseni olarak tanımlayan Batı’nın, İran’a bu yayılmacılığına karşın elini uzatması ne anlama geliyor? Hatta İngiltere hükümetinin yaptığı gibi; Bağdat, Şam ve diğer yerlerde istikrarlı hükümetlerin kurulmasına katkı sunmasını talep ediyor. İran kendi sınırları içerisindeyken bile Batı tarafından tehdit olarak görülürken, şimdi yayılmasına rağmen Batı ona elini uzatır oldu. Bu konudaki yorumunuz nedir?

Burada tabii gerçekten siyasi anlamda bakıldığında bölgede çok değişik koalisyonların ve kısa dönemli koalisyonların oluşmakta olduğunu görüyoruz. Ama bu da bölgede kalıcı bir istikrarın önünde engel teşkil ediyor. Ülkeler eğer tutumlarını konjonktürel ihtiyaçlara ve geçici taktiksel hesaplara dayandırırlarsa bir müddet sonra bölgede kalıcı bir düzen kurma imkanı kalmaz. Dediğiniz şekilde bir taraftan İran üzerinden nükleer dosya sebebiyle baskı uygulamak diğer taraftan bölgesel konularda İran ile işbirliği içine giren bir politika yürütmek bölgede kalıcı dengelerin oturmasına engel teşkil edebilir. Hele hele Irak gibi Suriye gibi Lübnan gibi Sünni-Şii dengesinin son derece hassas olduğu ve geniş Sünni kitlelerin kendilerini sahipsiz addettikleri veya savunmasız addettikleri tablonun sürdürülmesi maalesef radikal örgütlerin önünü açacak bir güç boşluğu doldurma riskini beraberinde getirir. O bakımdan her şeyden önce bütün bölge ülkelerinin ve uluslararası toplumun önemli ülkelerinin özellikle P5’in bu bölgede mezhep ve dini temelli ayrışmaların karşısında durması elzemdir. Aksi takdirde iç istikrarsızlıklarla ülkeler yönetilme kabiliyetlerini kaybederler. Aslında bugün bölgede ve dünyada üç grup ülke var; Vizyonu olup kendi yönetim kabiliyeti olan ülkeler, bunlar yükseliyorlar, vizyonu olmayıp yönetme kabiliyeti olanlar, bunlar yerlerinde sayıyor, vizyonu olmayıp yönetme kabiliyetine sahip olmayanlar, bunlar ciddi parçalanmalar içine giriyorlar. Maalesef bölgede birçok ülke vizyonunu da yönetme kabiliyetini de kaybettiği için ciddi parçalanmalar içinde. Bugün etki altına alındı dediğiniz, herhangi bir ülke tarafından, ülkelerin çoğu aslında yönetilemiyorlar, o etkinin de hiçbir ülkeye faydası olmuyor.  Parçalanmış ve çatışmalar içine girdiğiniz bir ülke üzerinde etki kurduğunuzda size ne faydası olur o ülkeye ne faydası olur? Onun için hepimizin, herkesin her şeyden önce bu ülkeleri tekrar yönetilebilir hale getirmesi lazım. Onun için biz geçen sene Suriye konusunda Cenevre-2 sürecini destekledik ve muhalefeti oraya katılmaya ikna ettik. Muhalefetle rejimin aynı masa etrafına oturması için yoğun çaba sarf ettik. Ta ki Suriye yeni yönetilebilir bir yapıya kavuşsun,  ama maalesef rejim herhangi bir işbirliğine ve karşılıklı tavize yanaşmadı ve bütün ümitler bu anlamda çöktü. Dikkat ederseniz ondan sonra, böyle çözüm ihtimali ortadan kalktıktan sonra IŞİD’e verilen desteğin ve IŞİD’in gücünün arttığını görüyoruz. Mesele şu veya bu başkentte veya ülkede etki kurmak değil o ülkeye ne kazandırıldığı, o ülkeye ne getirildiği. O ülkeye kan mı barut mu ölüm mü getirildiği yoksa o ülkeye refah mı barış mı getirildiği. Onun için Batılı doğulu, bölge ülkesi uluslararası alanda olan herkesin şimdi bu ateşi söndürmek için yoğun çabaya girmesi ve etki mücadelelerinden daha çok ilke temelli bir politika geliştirmeleri şart.

Kaynak: Al Jazeera

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

CAPTCHA (Şahıs Denetim Kodu) Resmi

*

Başa dön tuşu